Normal Anksiyete ve Korku

Anksiyete, bizi olası tehdit ve tehlikelere karşı uyaran biyolojik bir ikaz sistemidir. Evrensel bir işleyişe sahip olan anksiyete, aşırı uyarılmanın yanında ruhsal ve bedensel belirtilerden oluşan komplike bir duyumdur.

Anksiyete de dıştan gelen bir tehlikeye karşı vücudun biyolojik uyarı sistemi devreye girmekte ya da duygusal kayıplar veya iç ruhsal çatışmalara bağlı olarak sistem aktive olmaktadır. Dürtülerin doyurulamaması ve içsel taleplerle değer sistemleri arasındaki çatışmalar anksiyete yaratan temel ruhsal sorunlardır. Anksiyeteye bedensel belirtiler de eşlik eder ve oldukça sıkıntı verici bir duygudur.

Anksiyete bireyi koruyucu bir tepkidir ve olumsuz durumlarla başa çıkmayı kolaylaştırır. Yüksek anksiyete ise kişiyi zayıflatır, zihinsel ve fizyolojik işleyişini bozar. Görünür tehditle orantısız veya tehlikesiz olduğu bilinen durumlarda ortaya çıkan anksiyete patolojik kabul edilir. Burada depresyonda görülen gerginlik ve korkuyu da anksiyeteden ayırmamız gerekir. Anksiyete geleceğe yönelik iken depresyonda yitirilene karşı, geçmişe dönük bir tepki vardır. Anksiyetede tehdit görünür olabildiği gibi, destekten yoksun kalma ya da bilinmeyene karşı da reaksiyon verilebilmektedir.

Anksiyete belirtileri içinde hafif bir gerginlikten, korku ve paniğe kadar gidebilen geniş bir klinik tablo söz konusudur. İçinde bulunulan durumla başa çıkmanın verdiği rahatsızlık hissi, bu durumla baş edememe korkusu, gelecekle ilgili belirsizliğin getirdiği tasalanma, felaket önsezileri, anksiyete geliştirme korkusu, insanlarla beraberken utanma gibi birçok duygu anksiyetenin bilişsel yansımalarıdır. Öfke de anksiyeteyi arttıran bir durumdur.

Baş, boyun ve omuz kaslarında bölgesel, ağrılı spazmlar, terleme, çarpıntı, ciltte kızarıklık, ellerde titreme ve terleme, ağızda kuruluk, kalp ve solunum hızında artma, göğüste sıkışma ve nefes darlığı hissi, bulantı, idrar ya da dışkılama isteği, gergin ve korkulu yüz ifadesi, yerinde duramama, gülme ya da ağlama nöbetleri, çok konuşma, bazen sesin çıkmaması gibi belirtiler anksiyetenin bedensel ve otonom belirtileridir.

Anksiyete kavramı antik çağlardan beri dile getirilmektedir. Hint-Germen dil ailesinde “angh” sözcüğünden köken alan anksiyete sıkıca bastırmak, boğazını sıkmak, sıkıntı ve tasalanma anlamına gelmektedir. Anksiyeteyle ilgili ilk yazılı kayıtlar ise M.Ö 3000. yıllarda Sümerlere ait Gılgamış destanında geçmektedir. Gılgamış burada bazı bölümlerde kendi ölümlüğüne ilişkin endişelerinden söz etmektedir. Eflatun, Aristo, Cicero’nun eserlerinde gerçekçi korku ile anksiyete arasındaki farklara sıklıkla rastlanmaktadır. Konfüçyüs’e göre kişi doğru olanı yaptığı sürece anksiyeteden kurtulabilir. Kuşkulardan uzak, anksiyete karşısında erdem sahibi ve korku karşısında cesur davranmak Konfüçyüs’ün akıllı insan tanımlamasıdır. Konfüçyüs, ahlaki açıdan doğru olduğu sürece, kişilerin yapılması gerekeni, başarıya ulaşıp ulaşamayacaklarını düşünmeden yapmaları gerektiğini söyler.

Varoluşçu filozoflar kişilik oluşumunu, bireyin anksiyeteyle başa çıkabilme ve onu aşabilme kapasitesine bağlamışlardır. Psikanalitik kuramda ise çaresizlik deneyimi, saldırganlık dürtüleri, aşağılık duygusu, bebek ile anne arasındaki bağlanma kusurlarının rolleri üzerinde durulmaktadır.

Davranışçı psikologlar anksiyetenin daha önceden nötr olan bir uyaranın hoşlanılmayan başka bir uyaranla birleşmesine bağlı koşullandırılmış bir tepki olduğunu savunurlar.

Clark ve Beck gibi bilişsel kuramcılar ise çocukluk döneminde oluşan yanlış bilişsel şemaların uygunsuz duygusal tepkilere neden olduğunu ileri sürmektedirler.

Anksiyete, uyarılmayı arttırarak dikkati olası tehlikeye yönelten bir savunma mekanizması olarak işlev görmeye programlanmış karmaşık bir duygudur. Anksiyete duygusu organizmayı “savaş ya da kaç” yanıtına hazırlar. İlk tepki, tehlikeli durumlar karşısında bir sonraki tepkiyi de değiştirmektir.

Artmış uyarılma ve alarme edilmiş bir tehdit algısı uykusuzluk ve farkındalıkta artışa yol açarak anksiyetede önemli rol oynar. Orta derecede uyarılma dikkat ve konsantrasyonu arttırarak performans artışına sebep olur. Yüksek düzeyde uyarılma ise koşullu öğrenmeyi arttırırken, performansı düşürür.

Uykuya dalmada gecikme, uyku sırasında sık sık uyanma, azalmış yavaş dalga uykusu, uyarılma eşiğinde düşme ve artmış uyanıklık durumu anksiyeteli bireylerde sıklıkla rastlanan uyku bozukluklarıdır. Anksiyeteyi beraberinde olumsuz duygulanımın da bulunduğu artmış uyarılma durumu olarak tarif edebiliriz.

Anksiyete, fizyolojik değişikliklerle vücudu tehlikeye karşı tepki vermeye hazırlar. Tepki, donup kalmakla savaş ya da kaç tepkisi vermek arasında değişebilir. Akut korkuda hareketsiz kalma, tansiyonda düşme, kalp atımlarında yavaşlama, kas tonusunda gevşeme, kontrol edilemeyen idrar ve dışkı reaksiyonu görülebilir. Bunun ardından terleme, göz bebeklerinde genişleme, kalp hızı ve kan basıncında artış gözlenir. Kronik anksiyeteye eşlik eden en sık fizyolojik tepki ise kas gerginlikleridir. Kas gerginlikleri sıklıkla omuz, sırt ve boyun bölgelerinde olup şiddetli ağrı yapabilirler.

Anksiyeteli bireylerin tüm dikkatleri kendi içlerine yönelikken, anksiyeteli olmayan bireyler dış dünyaya daha fazla odaklanırlar ve bedensel duyulara fazla aldırmazlar. Bedene aşırı odaklanma, bedensel durumun yanlış yorumlanmasına yol açabilir ve hastalık hastalığı tablosu görülebilir.

Genetikçiler çoğumuzun orta derecede anksiyeteli insanların soyundan geldiğimizi belirtmektedirler. Burada insanlığın ilk devirlerinde aşırı cesur insanların üreyemeden öldürülmeleri, aşırı anksiyeteli ve korkak kişilerin ise üreme şanslarının az olması yorumları yapılmaktadır.

Korkular çocuklarda gelişimsel aşamalar gösterir. İlk aylarda sadece yüksek seslere ve pozisyon değişikliklerine irkilme tepkisi veren bebek, ilk 6 ayda kendisini rahat ettiren tüm yabancılara olumlu tepki verirken, kişileri ayırt etme yeteneği geliştikçe yabancılardan korkmaya başlar. Yabancı erkekler kadınlara göre daha fazla korku tepkisi yaratır. Bunun doğadaki erkek hayvanların çoğunda görülen yabancı dişilerin yavrularını öldürme eyleminden korunmaya yönelik genetik bir tepki olduğu düşünülmektedir.

6–18. aylarda bebeklerde ayrılma anksiyetesi ağır basarken, büyüdükçe bunun yerini hayvan korkusu gibi daha gerçekçi korkular alacak, zamanla okulda başarısızlık, sosyal yetersizlik korkuları gibi sosyal tepkiler verilecektir. Bu korkuların uyum mekanizmalarıyla doğal olarak çözülmemesi durumunda utangaçlık, basit ya da sosyal fobi gelişimi görülebilir. Anksiyeteli annelerin çocuklarına dolaylı yolla korkularını iletmesi de sık gözlenen bir durumdur.

Korkulan bir duruma egemen olmak bireyin hem özgüvenini arttıran hem de anksiyetesini azaltan bir eylemdir. Kişinin bir durumu kontrol edip edemeyeceği inancı korkunun temel belirleyicisidir. Belirsizlik azaldıkça anksiyete de azalmaktadır.

Anksiyete ile kişilik özellikleri arasındaki bağ her zaman güncel kalmıştır. İçe dönükler yüksek anksiyeteye sahip olup, olumsuz pekiştireçlere daha güçlü tepki verirler. Yani eleştiri ve kınamaları ciddiye alırken övgüye güvenmezler. Dışa dönükler ise olumlu pekiştireçlere yanıt verirler, mutluluk peşindedirler, cezalandırmaya duyarsızdırlar. Anksiyete dürtüsel kişilerin performansını iyileştirmektedir. Bu sayede dürtüsel bireyler düşünmeden davranma özelliklerini törpülerler. Normal kişiliği olanlar ve şizoid kişiliğe sahip olanlar pasif-bağımlı kişiliklere göre akut savaş stresi gibi yoğun stresleri daha kolay tolere etmektedirler. Kişilerarası uyum yüksek anksiyetesi olup dürtüselliği fazla olmayan bireylerde daha iyidir.

Özetle; normal düzeyde bir anksiyete tehlikelere karşı korumak ve motivasyon sağlamanın yanında geçerliliğini yitirmiş tutumların da değiştirilmesine yardımcıdır. Birlikteliği arttırmak, güç birliğine gitmek gibi bir sosyal işlevi de vardır. Ağır anksiyete ise koruyucu görevlerini yitirerek ağır işlev bozukluklarına yol açabilir. Bu noktada psikoterapi ve tedavileri gerekebilir.