Depresyonda Aile Terapisi

Depresyon, 18 yaş üzeri genel nüfusun en az %5’inin hayatlarının herhangi bir döneminde etkilendiği yaygın bir hastalıktır. Depresyon çalışma kapasitesini ciddi anlamda bozan, aile ve sosyal hayatı alt üst eden ciddi oranda yıkıcı bir hastalık olup, kadınları erkeklere göre sıklıkla etkilemektedir.

Şiddetli depresyon, intihara kadar götürebilecek ciddi bir süreç olup, tıbbi müdahale gerektirir. Psikoterapik modeller, belirtilerin distimi, hüzün ya da sendromaltı aşamalarındaki hafif ya da orta şiddetteki depresyonlarda kullanılmalıdır. Kimlik ve kişilik bozukluğu ya da sadece bireysel sorunların yarattığı depresyondan rahatsız olan distimik bir hastayı tıbbi tedaviden mahrum bırakarak psikoterapiyle oyalamak büyük yanlıştır.

Birçok vakada psikoterapinin, antidepresan ilaç tedavileriyle birlikte yürütülmesi en doğru yaklaşımdır.

Depresyonlu hastanın tedavi sürecinde ve hastalığın seyrinde ailenin büyük etkisi söz konusudur.

Depresyondaki bir hastanın aile bireyi olmak gerçekten zordur. Zamanla tüm ailenin psikolojileri ve huzurları bozulur. Hepimiz depresif, karamsar, negatif hislere sahip biriyle kısa bir görüşme de bile içimizin ne kadar karardığını, olumsuz duygulara kapıldığımızı yaşamışızdır. Depresyonun aile üyeleri ve yakın akrabaları etkilememesi söz konusu olamaz.

Aile üyeleri çoğu kez hastaya uyum sağlayıp, depresyonun bulgularıyla başa çıkmaya çalışır ve gitgide hayatlarını yardım etme çabasıyla hastaya odaklandırırlar. Hastanın kaprislerine göz yumarak, depresyondaki kişiye hayatın onun algıladığı kadar kötü olmadığını kanıtlama gayretine girerler. Bu rahatlatma çabaları çoğu kez hiçbir işe yaramaz, aksine depresyondaki kişinin kendini daha yabancılaşmış hissetmesine, ailenin onu anlamadığı, sıkıntılarını yeterince ciddiye almadığını düşünmelerine neden olur. Hasta kişinin aile içi rolünün getirdiği sorumluluk çoğu kez eş ve diğer aile bireyleri tarafından alınmaya çalışılır. Bu özverileri için genellikle taktir de görmezler. Zaman içinde taşıyacaklarından fazla sorumluluk altında ezilir, kendilerini yorgun, tükenmiş, çaresiz ve kızgın hissetmeye başlarlar. Sonunda da, hasta bireyin psikolojisini düzeltmeye yönelik uyguladıkları yardımcı yöntemlerin hiçbir işe yaramadığını, hatta sorunu daha kötü bir boyuta getirebileceğini görürler.

Depresyon belirtileri çoğu kez herkesin yaşadığı sıradan ruhsal sarsıntı ve sıkıntılara benzediğinden, aile fertleri depresyonu bir hastalık olarak görmeyebilir. Hastalığın tahammül edilemeyecek kadar zor olduğunu tam kavrayamazlar. Depresyonlu kişinin duygu ve davranışlarını onun kişilik yapısına bağlar, evlilik, aile ve sosyal hayatının bir dışa vurumu olduğunu düşünürler.

Çocuklar ise ebeveynlerindeki mutsuzluktan kendilerini sorumlu tutar, yeteri kadar ilgi ve dikkat çekmedikleri zaman yetersizlik ve değersizlik hislerine kapılırlar. Okulda sorun yaşayan çocukların anne ve babasında depresyon sıklığı yüksek orandadır.

Aile üyeleri depresyonu ciddi bir rahatsızlık olarak görmezlerse, hastaya karşı giderek daha anlayışsız ve eleştirisel olurlar. Hastayı tembel, bencil, kendine acıyan zavallı kişilikte, başkalarını kullanmayı seven insan olarak tanımlayabilirler. Bu duygular depresyonun moral bozucu tarafıyla birleşerek, hastaların ve ailelerinin toplumdan destek bulmalarını zorlaştırabilir. Bunun sonucunda ortaya çıkan yalnızlık ve dışlanma aile ilişkilerini ve aile düzenini iyice bozabilir.

Depresyon sıklıkla tekrarlama eğiliminde ve kronik bir rahatsızlık olduğundan hasta ve aile stres ve çatışma döngüsüne kapılabilir. Hayal kırıklığı, üzüntü ve kızgınlıktan geriye kalan izler, depresif bulgular düzeldikten sonra uzun süre kendini gösterebilir.

Aile sorunlarının depresyondan önce var olup olmadığı, depresyona bir tepki olarak ortaya çıkıp çıkmadığı tedaviyi yönlendirmede önemlidir. Ailenin depresyonla başa çıkma çabalarını ve ailenin işlevini iyileştirmeyi amaçlayan psikolojik destek hem depresyondaki bireyi hem de aile fertlerini rahatlatır. Bu sebeple depresyonu bir aile meselesi gibi görmek ve uzun süreler mücadeleyi göze almak gerekir.

Psikoterapide hastalar için özgüven ve değerlilik duygusunda iyileşme, depresyonla baş etme için bireyin sorumluluk duygusunu geliştirme, krizlerle mücadele yeteneğini arttırma, iletişim, aktivite ve girişimlerde artış hedeflenir.

Aile üyeleri içinse hastalık hakkında genel bilgilendirme, hastalığa yönelik stres, endişe, suçluluk ve kızgınlık duygularında azalma, depresif duygularla mücadele yetisi kazandırma, değişim için umut ve inancın artması, etkili iletişim metotlarının öğretilmesi planlanır.